Ayraç#11
İnsan, doğup büyüdüğü yerleri bırakıp uzak ya da yakın farklı yerlerde yaşamaya başlamışsa uzun bir ayrılığın belleklerde küllendirdiği yaşantıları, unuttuğunu sanıyor. Oysa bizi biz yapan, eğrisiyle doğrusuyla duygudan düşünceye evrilen süreçte o yaşantılar, kişiliğimizin yapı taşları oluyor; bulundukları derinlikte bizi ayakta tutmayı sürdürüyorlar. Dünü gelince de külün içindeki köz gibi küçük bir esintiyle parlıyor, bizi şaşırtıyor, duygulandırıyor, Halikarnas Balıkçısı'nın deyişiyle geçmişe doğru "kanada kaldırıyorlar." Sılam Isparta, bendeki Isparta'nın "kanada kalkışı"dır.
Önce güzel bir ayrıntı;
Sami yazılarında, şiirlerinde R. Sami Hamamcı imzasını kullanırdı. Birinde R'nin ne olduğunu sordum. "R" işte, dedi. Yani bir sözcüğün kısaltması değildi. Özellikle o yıllarda bütün yazarların adının üç sözcükten oluştuğunu biliyorduk ya da öyle sanıyorduk. Öyle ya Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Halit Ziya Uşaklıgil, Eflatun Cem Güney, Refik Halit Karay... gibi ünlü yazarların hep üçlüydü adları. Niye R. Sami Hamamcı olmasın?
Ve kentlerin hayatımızdaki anlamına dair satırlar hep bahsettiğim bu dizinin bu kitabında da yerini alıyor.
"Parke taşlarının serinliğine basa basa yürüdüm. Haritada, kentin çevresindeki dağları, yakınlarındaki göllerin maviliğinden gelen serinliği bulamazsınız. Bir kenti ancak yaşayınca anlar, yaşayınca seversiniz.
Oysa unuttuğumu sandığım zamanlar oldu Isparta'yı. Öyle kolay değil unutmak. İnsan bir kente birkaç kez gidebilir ama kentler, insanların içine yerleşti mi kolay çıkmazlar, çekip gitmezler."
Ve işte bu yüzden Heyamola Yayınları'ndan çıkan Türkiye'nin Kentleri serisine de devam edeceğim. Bir gün Eskişehir'in de yazılacağı umuduyla...
Yorumlar