kes kopyala yapıştır'ın ötesi#4 disconnectus erectus'tan "tüm demirsporları seviyorum"
bizim de eskişehir demirspor peşinde ankara'ya ve izmir'e koşturmuşluğumuz vardır bir demiryolcu baba peşinde. genelde mavinin ve lacivertin hükümranlığı vardır hepsinin kaderinde. demiryolundan ekmeğini kazanmış, demiryoluna gönül vermişlerin hepsi bi şekilde demirsporları takipte. ve disconnectus erectus abimiz boşa dememiş "Tüm Demirsporlar'ı seviyorum"
tüm Demirsporlar'ı seviyorum!
Tüm Demirsporları seviyorum; onların hepsi kan kardeştir; mavi-lacivert denizin farklı kıyılarıdır; armaları gibi kaderleri birdir... Demiryolunun iki rayıdır onlar, son durağın yakın olması umurlarında değildir...
Adana’daki için, Seyhan Oteli durağında inip, iki yanında da turunç ağaçları ile bezeli -ki o turunçların kuzenleridir Gazi Ortaokulu’nun bahçesinde, bankların ayakları arasından geçirmek için teptiğimiz, suyu çıkana kadar peşinden koştuğumuz- yol boyunca benim gibi stada süzülenle beraber, kebap dumanları arkasına saklanan 5 Ocak’ın eteklerine sığınmayı, ya da Gazipaşa’yı turlayıp atkılarla, formalarla ele güne maça gittimizin duyurusunu yapıp, Vali Yolu’ndan ya da ara sokaklardan, içimden şarkılarla alkışlarla ortalığı inletmek gelse de, çoğunlukla sessizce kalabalığın arasına karışmayı, sonra içlerinde olmasam da yanlarında olmayı sevdiğim şimşeklerin huzursuz bekleyişlerine ortak olmayı severim. Onların arasından şöyle bir stad çevresini turlayıp, mavilacivert denizde kulaç atmış gibi serinlemeyi, atkıların arsında güzellik derecesi yapmayı, bayrakların dalgalanışı arasında “hadi be şimşek, parlat kendini” türküsünü söylemeyi, kavruk tenli yüzlerdeki heyecanı, kızgınlığı ya da benim anlam kattığım diğe mimikleri seçmeyi de severim. Sonra bir heyecan stada girip, çimenin kokusunu duyup, tribün basamaklarında gezinerek kendime yer beğenirken, az sonra gol olunca kime sarılacağım terli terli, kimi sarsacağım goool diye bağırırken acaba diye düşünmeyi severim; aynı kompartımanı paylaşmak gibidir onlarla maç seyretmek...
Ankara’daki kardeşimiz, hala Gar’daki küçük odadan yönetilir; Cebeci’nin yalnızlığını paylaşır hafta sonları; bu kaçamak buluşmaya davetsiz misafir olmayı severim mavilacivert’inyüzü suyu hürmetine... (halbuki alışık değildir Adana’dakinin tersine peşinden koşulmasına, Cebeci İnönü’nün hayalet koridorlarından geçip tribüne yerleşenler çoğunlukla oyuncu yakınıdır) Geçip boş tribünlere “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” yazan atkımı açmayı severim ya da bahar aylarında çubuklu formamı giymeyi, tribündeki eski tüfeklerle Adana Demirspor muhabbeti yapmayı severim; onlar olmazsa, bu aşkı kanıma zerk eden hikayenin esas oğlanı ile etraftaki evler, sahadaki renkler ya da tribündeki yüzler üzerine, içinde bizim olduğumuz ya a olmadığımız hikayeler üretmeyi çok ama çok severim; maç çıkışında çoğunlukla yüzümüz gülememişken 90 dakikada, Cebeci Pazarı’ndan geçip hüzünlü şehrin sokaklarında, beraberce Kesmeşeker şarkıları söylemeyi severim (Cenk Taner de Demirspor’lu olabilir mi acaba?) “ne zaman gitti tren” diye mavilacivertin makus talihine sövmeyi de...
İzmir’deki artık sadece dağcılıkla ilgileniyormuş; mavi-lacivert flamayı yukarılara taşıdıklarını düşünmeyi severim; Nusaybin’deki üçüncü ligte debelenmekte, ne yapmış bu hafta diye fikstürü açıp bakmayı severim, Eskişehir’deki, ki demiryollarının eş-başkentlerinden biri değil midir orası da, amatöre düşmüş, onlar neler yapar acaba diye hayıflanmayı... Memlekette kaç tane Demirspor var diye araştırmayı...
Demirsporların, D.Spor diye yazılmasını hiç mi hiç sevmem; mücadele ederim böyle yazmaya inat edenlerle...
İçinden tren geçen kentleri de başka bir severim, onların Demirsporlu olma ihtimalleri mutlaka vardır...
tüm Demirsporlar'ı seviyorum!
Tüm Demirsporları seviyorum; onların hepsi kan kardeştir; mavi-lacivert denizin farklı kıyılarıdır; armaları gibi kaderleri birdir... Demiryolunun iki rayıdır onlar, son durağın yakın olması umurlarında değildir...
Adana’daki için, Seyhan Oteli durağında inip, iki yanında da turunç ağaçları ile bezeli -ki o turunçların kuzenleridir Gazi Ortaokulu’nun bahçesinde, bankların ayakları arasından geçirmek için teptiğimiz, suyu çıkana kadar peşinden koştuğumuz- yol boyunca benim gibi stada süzülenle beraber, kebap dumanları arkasına saklanan 5 Ocak’ın eteklerine sığınmayı, ya da Gazipaşa’yı turlayıp atkılarla, formalarla ele güne maça gittimizin duyurusunu yapıp, Vali Yolu’ndan ya da ara sokaklardan, içimden şarkılarla alkışlarla ortalığı inletmek gelse de, çoğunlukla sessizce kalabalığın arasına karışmayı, sonra içlerinde olmasam da yanlarında olmayı sevdiğim şimşeklerin huzursuz bekleyişlerine ortak olmayı severim. Onların arasından şöyle bir stad çevresini turlayıp, mavilacivert denizde kulaç atmış gibi serinlemeyi, atkıların arsında güzellik derecesi yapmayı, bayrakların dalgalanışı arasında “hadi be şimşek, parlat kendini” türküsünü söylemeyi, kavruk tenli yüzlerdeki heyecanı, kızgınlığı ya da benim anlam kattığım diğe mimikleri seçmeyi de severim. Sonra bir heyecan stada girip, çimenin kokusunu duyup, tribün basamaklarında gezinerek kendime yer beğenirken, az sonra gol olunca kime sarılacağım terli terli, kimi sarsacağım goool diye bağırırken acaba diye düşünmeyi severim; aynı kompartımanı paylaşmak gibidir onlarla maç seyretmek...
Ankara’daki kardeşimiz, hala Gar’daki küçük odadan yönetilir; Cebeci’nin yalnızlığını paylaşır hafta sonları; bu kaçamak buluşmaya davetsiz misafir olmayı severim mavilacivert’inyüzü suyu hürmetine... (halbuki alışık değildir Adana’dakinin tersine peşinden koşulmasına, Cebeci İnönü’nün hayalet koridorlarından geçip tribüne yerleşenler çoğunlukla oyuncu yakınıdır) Geçip boş tribünlere “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” yazan atkımı açmayı severim ya da bahar aylarında çubuklu formamı giymeyi, tribündeki eski tüfeklerle Adana Demirspor muhabbeti yapmayı severim; onlar olmazsa, bu aşkı kanıma zerk eden hikayenin esas oğlanı ile etraftaki evler, sahadaki renkler ya da tribündeki yüzler üzerine, içinde bizim olduğumuz ya a olmadığımız hikayeler üretmeyi çok ama çok severim; maç çıkışında çoğunlukla yüzümüz gülememişken 90 dakikada, Cebeci Pazarı’ndan geçip hüzünlü şehrin sokaklarında, beraberce Kesmeşeker şarkıları söylemeyi severim (Cenk Taner de Demirspor’lu olabilir mi acaba?) “ne zaman gitti tren” diye mavilacivertin makus talihine sövmeyi de...
İzmir’deki artık sadece dağcılıkla ilgileniyormuş; mavi-lacivert flamayı yukarılara taşıdıklarını düşünmeyi severim; Nusaybin’deki üçüncü ligte debelenmekte, ne yapmış bu hafta diye fikstürü açıp bakmayı severim, Eskişehir’deki, ki demiryollarının eş-başkentlerinden biri değil midir orası da, amatöre düşmüş, onlar neler yapar acaba diye hayıflanmayı... Memlekette kaç tane Demirspor var diye araştırmayı...
Demirsporların, D.Spor diye yazılmasını hiç mi hiç sevmem; mücadele ederim böyle yazmaya inat edenlerle...
İçinden tren geçen kentleri de başka bir severim, onların Demirsporlu olma ihtimalleri mutlaka vardır...
Yorumlar
Yazdığın tüm bu güzelliklerin yanında İdman Yurdu deplasmanı olduğu gün trene binilmez olur. İnmedik cam kalmaz. Sarkılmadık kız veya dövülmedik adam.
Bu mu oluyor onların demir yollarına hakimiyeti?
Bana kalırsan o bahsettiğin demiryolu kardeşliğinin ötesinde bu durum. Kirletiliyor ne yazık...